27 Ağustos 2011 Cumartesi

Geçmişe Yolculuk : Staj Günleri

Pırıl pırıl bir Cumartesi...Cumartesi'yi büyük bir aşkla seviyoruz! Lezzetli mi lezzetli, muhteşem bir pastanın mutluluğunu aşılıyor bize. En azından bende o hissi uyandırıyor. Beklenen Cumartesi günü geldi, çattı. Biliyorum benim için fark edecek bir durum söz konusu değil ama içimde bir kıpırtı bir heyecan söz konusu. Anlayamadım gitti :) Bildiğiniz üzere bütün bir yazı tatil beldelerinden birinde geçirdiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Çünkü ne zaman Facebook- Twitter gibi sayfalara göz atsam hep bir sitem söz konusu insanlarda. Kimisi stajının tam ortasında! Her gün lüzumsuz işler kendisine verildiğinden ya da bomboş geçirdiğinden, başını yastığına koyduğu gibi günlerin çabuk geçmesi için dualara başlıyor. Nereden mi biliyorum tüm bunları? Ben de vaktinde bir stajzedeydim. Ki ben sizin gibi bir ayın geçmesi için değil iki ayın geçmesi için dualar ediyordum. Yanlış duymadınız, tam tamına iki koca ay! ( Gerçi benim çalışmamı beğendikleri için olsa gerek,  kışın da çalışmamı istemişlerdi ama hem okul hem köprü trafiğinden sebep kabul edemedim. ) Neler yaşadığımı özetle anlatmamı ister misiniz? İstemeseniz de ben anlatmaya başlıyorum :D

Stajın ilk günü zaten her zaman karın ağrısı olmuştur benim için. Hele o ilk tanışma merasimi yok mu? Hiç kimseyi tanımıyorsun ve sen adımını ofise attığın zaman tüm çalışanların bakışları senin üzerinde yoğunlaşıyor. Sanki daha önce hiç stajyer görmemiş gibi!

Merhabaaaa...Ben, yeni gönüllü köleniz!

Gerçekten de durum bundan ibaret oluyor. Öğle yemeği vakti geldi mi seninle yakından ilgilenen kişi, kendi arkadaş gruplarıyla sizi öğle yemeğine götürüyor. Sohbet, muhabbet... - aynı anlama gelen kelimeleri neden dizdiysem şimdi - Tabii ilk tanışma evresinde nelerden söz edilirse artık; nerelisin, nerede okuyorsun vs. Tüm bu sorular bildiğim yerlerden olduğu için cevaplarken pek sıkıntı çekmedim. Sonra asıl bomba soruya geldik : " Erkek arkadaşın var mı peki?" Hönk!?!? Ben gülümsüyorum, ama şaşkınlıktan tabii. Özel hayatımın içine balıklama atlama diye buna derim! Neyse ki cevabı verince daha fazla derine inmeme nezaketini gösterdiler. Ben de derin bir OHH çektim, tabiki içimden canım :) Öğle yemeği yaklaşık bir saatti yanılmıyorsam. O bir saatte zaten sorulara cevap vermekten, utangaçlıktan vs. gibi sebeplerle olmayan iştahım tamamen kaçtı. Üstüne üstlük yemek saati için verilen süre 1 saat olunca.. Benim yemeğin yarısı kaldı tabakta. İçim gitti ama yapacak bir şey yok. Hiç de yemedin falan filan muhabbetleri.. Ben de yemekle pek aram olmadığını söyleyince ( gerçekten son zamanlarda öyle), tabii ya belli zaten dediler. N'apayım canım, bedenim gizleyemiyor gerçekleri ;-P Neyse ilk günü öyle ya da böyle bir şekilde tamamlamış olmanın verdiği rahatlama hissiyle servise doğru yol aldım. Sonra hangi servisin nerelere gittiğini öğrenme işi vs. de çıktı başıma. Bize yakın olanı seçtim ve geçtim en arkaya. En arkaya geçmemin aslında iki sebebi var :

1- Yeni olduğum için servistekileri gözlemleyip, onlar hakkında bazı çıkarımlara varmak
2- Arkada başını yaslayıp uyumanın daha kolay olması

İlk günü tamamladım tamamlamasına da ayaklarım bildiğin öldü! Bir de bulunduğum ofiste belirli bir giyim şartmış. Yani topuklu ayakkabı vs. Onun dışında sandalet ve türevlerini giymek pek hoş karşılanmıyormuş. Temmuz sıcağında topuklu, kapalı ayakkabı giymek... Aman ki ne aman! Eve geldiğimde ilk işim ayaklarımı buzlu suda dinlendirmek oldu. Zaten eve yürürken çevremdekilerin tuhaf bakışlarıyla karşılaştım bir de. Ne var canım bunda. Kaplumbağa hızıyla eve gelmişim ya, siz ona bakın :)

İş çıkışı yaşadığım bir olayı da paylaşayım sizinle. Günlerce boş boş oturup duran sen misin diye önüme dosyaları yığmasınlar mı? İlk başta pek mutlu oldum, sevindim. Çünkü bütün gün internette haberleri okumak bıkkınlık vermişti. Bir de bazı sitelere giriş yasak olunca, halimiz duman, haliyle gazetelere verdim kendimi...Bütün dosyaları kontrol etmek için işe koyuldum. Birçoğunu bitirmek için canla başla çalıştım. Öyle kaptırmışım ki kendimi öğle yemeği vakti gelmiş, haberim yok. Sen yemeğe çıkmıyor musun dedikleri zaman dang etti beynime. Bıraktığım gibi koştum, yemeğimi yiyip tekrar ofise, işin başına döndüm. Akşama kadar dosyaları kontrol ettim. Dosyaların bazıları oldukça eski olduğu için yenileriyle değiştirdim. O dosyaların içindeki kağıtları nasıl sıkıştırabilmişler pek şaşırdım. Ağzına kadar dolu! Zaten telini bir açtın mı hepsi çıkmak için can atıyor dosyadan. Bunun dışında dosyaların yanında bulunan firmaların isimlerini vs. yeniledim, print ettim ve yenilerini taktım tek tek. Bu arada sadece bu işle uğraşmıyorum. Arada sırada bana seslenip, şunun fotokopisini çektirir misin gibi görevleri de yapmakla sorumluyum...Yine bana verilen saat uyarısıyla birlikte işlerimi yarına bırakmak üzere masamı topladım, dolapları kilitledim ve servisime doğru yol aldım. Her zamanki yerime kuruldum. İşte o zaman anladım ne kadar yorulduğumu! Daha sonra teker teker diğer bayanlar baylar geldiler. Önüme sarışın bir bayan oturdu. Zaten servistekilerin de yeri belirlidir. Herkes aynı yerine oturur :) Bir ara arkasına dönüp dedi ki ;

Sarışın Bayan : Sen .... yer misin?
- Bu sırada elinde bisküvi paketi var. - Ben de ismini anlamadım. Ama yer misin'ini duyunca: " Oh hayır, teşekkür ederim." dedim. Bunun üzerine güldü bana ve sorusunu yeniledi : " Staj'yer' misin? " İşte o zaman bendeki jeton düştü =D İkimizde gülmeye başladık. Beynim o kadar yorulmuş ki söyleneni anlamamak için itiraz ediyor :) Servisten indiğimde ise yüzümdeki hafif tebessümle eve geldim. Bir kere de aileme anlatıp, güldükten sonra  günün sonuna geldik.

Şimdi yazdıklarımı düşününce aslında güzel günlerim de geçmiş. İlk başlarda sıkılmıştım, çünkü yeni girdiğim bir ortamda önce etrafımı gözlemlerim. Biraz da utangaçlık var tabii :) Belki ilk başta soğuk biri gibi görünüyorumdur. Ancak zaman geçtikçe ortama kolay uyum sağlıyorum.

Galiba bu yazımı baya bir abarttım, almış başını gidiyor. "Kısa keselim de Aydın havası olsun" diye hiç de komik olmayan bir espriyle sonlandırıyorum konuyu.

Hepinizi çok çok öpüyorum. Herkese şimdiden iyi bayramlar ! :)

25 Ağustos 2011 Perşembe

Blogger N'lerini Seçiyor!

Sevgili BirİnceSes çok hoş ve de yaratıcı bir mim başlatmış. O kadar düşünmüş taşınmış ve böyle yaratıcı bir mim sunmuş bize, ben de cevaplamazsam ayıp olur dedim ve bu işe ucundan el attım :)


Ancaaakkkk...
Her işte olduğu gibi bu Mim'in bazı kuralları var. Hadi bakalım, hemen göz atalım :

"Yazının başlığı " Blogger N'lerini Seçiyor ! " şeklinde olmalı... Bir bütün halinde ilerlemeliyiz. Her kategori için en fazla 3 kişi yazabilirsiniz.. (Sadece bir kategori için 5 tane yazma hakkınız var. Çoğumuzun blog açmasına sebep olan şey, kendimizi anlatmak.) Tabi ki sırasıyla olmalı.. Çok fazla okunan bir Blogger olmadığımdan pek kimseyi haberdar edemedim. Bu yüzden kategoriler yetersiz kalmış olabilir. Bunun için ekstradan 1 kategori daha ekleyip, seçiminizi yapabilirsiniz. Kategori açarken tercihinizi mümkünse en zeki, en güzel, en akıllı gibi şeylerden yana kullanmayın. Tamam birbirinizi tanıyor olabilirsiniz. Ama burada  genel bir seçimden bahsediyoruz ve birbirimizi sadece yazılarımızdan tanıyoruz. Yazılardan yola çıkarak sonuca varabileceğimiz kategoriler olmalı. (Kişileri rencide edecek, küçümseyecek türden kategorilere kesinlikle yer vermeyin.) Aynı kişiyi birden fazla kategoriye yazabilirsiniz. Mim yazılarınız kesinlikle okunacaktır. Yazılarınız okunduğuna dair yorum bırakılacaktır. Bir gün içerisinde yazılarınıza yorum gelmezse mail atarak haber verirseniz en doğru sonucu elde etmiş oluruz. (birinceses@gmail.com) " 

Kurallara da şöyle bir göz attığımıza göre, sıra geldi seçimlere. Buyrun buradan alayım sizi :

En İyi Tasarıma Sahip Blogger : Giz'li Teras , French Oje , Bir İnce Ses  

En Güncel Blogger : Deep

En Meraklı Blogger : Mia Wallace

En Çok Gezen Blogger : Giz'li Teras , Modafobik

En Çok Bilgilendiren Blogger :  Deep , Giz'li Teras

En Çok Eleştiren Blogger : Buralarda yeni sayıldığım için emin olamadım :)

En Çok Kendini Anlatan Blogger : Lazanya , Missbone , Ciiiyni , Cips Yiyemeyen Kız , Modafobik

En Akıcı Yazan Blogger : Mia Wallace , Leah , Cadı Kazanı

En Aşık Blogger : --

En Çok Güldüren Blogger : Mia Wallace

Mim, ay sonuna kadar devam edecekmiş ve bayramın ilk günü sonuçlar açıklanacakmış. Blogger'ın N'leri sonuçlarını sakın kaçırmayın ;)

23 Ağustos 2011 Salı

My Haircare Products

Hey everyone!

The sunlight was freaking killing me in these shots. You can probably tell it was a struggle to keep my eyes open, lol :) Tuesday's are kind of amazing, don't you think? I am in an awesome mood today and decided to write my "Hair Care Products".

There are so many amazing brands oh hair care out in the world today. But the real question is " Which products should we use?" I am just as obsessed with keeping my hair healthy. Cuz i lost too much hair in a few months. I couldn't find the reason of losing my hair. Maybe too much stress? I dunno...I went to doctor and they did some tests. The result = NOTHING. Anyway! I'm a firm believer in vitamins and it is essential to take "Biotin" as well as vitamin E to promote strong hair, skin and nails. The most important thing is to drink so much water all the time! Water is going to help to have a healthy skin and nails too ( your body in general ). I really try to force myself to drink all I can. But in winter, i can't drink too much water and it makes me feel so sad. Only in summer times. Btw i love summer. I think, i framed this sentence so many times, huh? :)

Okey, now let's talk about the products that im using:



( 1 ) Klorane - Shampoo with quinine and B vitamins :
  • Increases microcirculation and stimulates hair growth
  • Strengthens keratin and improves thickness of hair
  • Restores vigor and vitality to lifeless hair
  • Silicone free

Benefits: From the bark of an Ecuadorian tree, we extract Quinine, a natural invigorating molecule that strengthens hair keratin and improves hair growth. Quinine has proven strengthening and toning properties to restore thickness and vigor to thinning, lifeless hair.

My Thoughts: I bought it from the pharmacy. There was a man and i told him my problems about losing hair. Then he wanted me to try this product. (It's from Avéne) But it didnt help me to stop losing hair. I didn't use it every day. Maybe that's the main reason? I don't know...Btw it smells good ;)

( 2 ) Kerastase Specifique Bain Prevention GL ( The green one ):

Kérastase Specifique Bain Prevention GL is a thickening shampoo that gives body and tone to fine thinning hair. Stimulating the scalp to give volume, it boosts scalp micro-circulation on application and adds texture to the lengths.

Directions of use: 1-Apply to wet hair, 2-Massage with the flats of the hands. , 3-Rinse thoroughly.

My Thoughts : My sister was using this shampoo. She bought it for me too, aww sweety  :)  I used it once. I decided to use it in autumn/winter. Cuz i want to use Klorane now. It smells AMAZING! :)

( 3 ) Kerastase Stimuliste ( 125 ml ):

Kérastase Stimuliste is a nutri-energising daily anti-hairloss spray. This instantly refreshing, easy to use daily treatment reinforces the hair fibre and nourishes from root to tip so the hair looks denser.
Kérastase Stimuliste is to be used in conjunction with Aminexil GL. It provides daily care to help maintain the density of thinning hair throughout the summer and winter periods, whilst Aminexil GL is to be used twice a year as an intensive treatment. Hair is left looking thicker and with more body.

Directions of use: 1-Spray on the roots of dry or towel dried hair. 2-Do not rinse and style as usual.
When you wash your hair, you have to use it and you try to use it in the mornings.

My Thoughts :  It smells so good. I'm happy with my Kerastase :)

( 4 ) Toni & Guy Rapid Response Leave-In Conditioner ( For damaged/dry hair ) :

Non-rinse formula that acts as an instant response to frizziness and damage caused by heat and other external factors. Restores hair in need of a rescue to help replace moisture loss and natural lustre. Also makes a highly effective styling product to retain movement and enhance the definition of naturally curly and wavy hair.

My Thoughts : This product is amazing too. I want to try its shampoo after i finish my shampoos :)

P.S. I hope that this post will help you. If you have some more questions you can ask me any time! Take care guys! ;)

Not : Bu postumun Türkçe çevirisini isteyenler varsa "Yorum Gönder" kısmına mesajlarını iletebilirler ;)

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Ne Okuyorum - 5 ve 6

Okuduğum kitaplar hakkındaki paylaşımlarım bir dağ görünümüne erişmeden, onlar hakkındaki yorumlarımı yazsam hiç fena olmaz dedim ve oturdum bilgisayarımın başına... Hava her zamanki gibi çok sıcak. Sabah saatlerinde beni çileden çıkarmaya başladı bile!

Geçtiğimiz "Ne Okuyorum" yazısından bu yana iki kitap bitirdim. Şuan üçüncüsünü okumaktayım. Hatta onu da yarılamış bulunuyorum :) Bahsedeceğim iki kitap da tam çerezlik! Çerezlik dediysem az sayfa değil tabiki -bana göre-. Ancak okuması açısından insana zorluk çıkarmayacak türlerden.  Benden size, yaza özel, hafif kitapların tanıtımına doğru geçiş yapalım:

Ne Okuyorum - 5 : " Bir Yaz Gülüşü "

Yaz mevsiminde olunca insanın ister istemez eli, 'Yaz'ı anlatan kitaplara dokunuyor. İnsanın içini cıvıl cıvıl yapmasına yardımcı olmuyor da değil hani.

Uzun lafın kısası Arka Kapak :

Bir Yaz Gülüşü - Iris Johansen

Çok genç olmasına rağmen Zilah Dabala'nın acı ve üzüntü veren bir geçmişi vardır. Her sorunu tek başına halledebileceğine inanmaktadır. Bir terörist grup tarafından rehine olarak kaçırılmış olmasına rağmen yardım almadan kurtulabileceğini düşünmektedir… Ama Daniel onu kurtarmaya kararlıdır. Kaçışları, ikisinin de daha önce bilmediği duyguları ateşler.
Daniel Seifert dünya çapında yüksek riskli koruma görevleri yaparak hayatını tehlike ile iç içe yaşamaktadır. Ama bu sefer kurtarması gereken genç kadının fotoğrafına bakarken kader oyununu oynamaya başlamıştır. Kadının sıcak gülümsemesi, hayatı boyunca aradığı şeyi bulduğu hissini vermektedir.
Fakat Daniel, Zilah'ın geçmişteki trajik sırrını öğrendiğinde, onu sonsuza dek kaybetmekten korkar. Ölümü birçok kez alt etmiş, karşısına çıkan zorluklarla başa çıkabilmiştir ama genç bir kadına aşkın iyileştirici gücünü öğretmeyi becerebilecek midir?
Yazar : Iris Johansen
Yayınevi : Martı Yayıncılık
Sayfa Sayısı : 246

Kitabın içeriğinde okuduğunuz gibi yoğun bir aksiyon, savaş, patırtı, gürültü söz konusu değil. Teröristler tarafından rehin alınan Zilah adlı 21 yaşındaki genç bir kızın, muhteşem organize sonucunda Daniel tarafından kurtarılması ve gelişen diğer olaylar anlatılıyor.

Karakter tahlili yapacak olursam : Daniel güçlü, kararlı, pek yakışıklı olmayan; ancak nedeni bilinmeyen bir çekiciliğe sahip, kimi zaman oldukça kaba olabilen bir adam. Zilah ise henüz hayatının baharında olması gerekirken acı tecrübeler yaşamış, geçmişinde yaşadığı olayların kirini üzerinden atmaya çabalayan bir genç kız...

Sonuç olarak Daniel ve Zilah arasındaki ani çekim gücü ve bunun getirdiği sonuçlar... Olumlu ya da olumsuz sonuçlar gibi kitap hakkında detay verici bilgilerden sakınıyorum. Yaz aylarında ağır yemeklerin midemize oturmasını istemediğimiz gibi, konusu ağır kitapların da akıl sisteminizi çökertmesini istemiyorsanız tam sizlik derim.


Ne Okuyorum - 6 : " Yıllar Sonra "


 
Yıllar Sonra - Sandra Brown

Elliden fazla romanıyla New York Times'ın en çok satan romanları listesine giren Sandra Brown, milyonlarca okuyucusunu, romanlarında konu ettiği kaderin güzel cilveleri ve karizmatik aşklarla, eserlerine bağlamaktadır. Bu klasik hikayede, romanın kahramanı olan kadın yıllarca platonik aşkla sevdiği adamla yıllar sonra hiç beklemediği bir anda karşılaşır ve sonunda kavuşacağı mutluluk şansını hayatını mahvedecek bir sırrı söyleyerek elinden kaçırmak zorunda kalır...

 
Yazar : Sandra Brown
Yayınevi : İlyada Yayıncılık
Sayfa Sayısı : 245

O sırrın ne olduğunu benim söylememi istemezsiniz değil mi? :) Aslına bakarsanız hemen söyleyebilirim. Kitapta da birkaç sayfa sonunda bunun ne olduğunu öğrenmiş olacaksınız. Ancak ben yine kuralı bozmak istemiyorum ve sizin merakınıza bırakıyorum... Kitap biraz pembe dizi tadında. Olay örgüsünün nereye varabileceğini hemen tahmin edebiliyorsunuz. Sizi bu konuda zorlamıyor.

Bu kitapları tercih etmemdeki sebep, "New York Times Bestseller"ı olmasından ötürüydü. Ancak her iki kitap için şunları söyleyebilirim: İnsana hiçbir katkıda bulunmuyor. Bizim toplumumuza göre fazla olan bazı değerler oldukça açık bir dille tasvir edilmiş. Hatta bu kitaplara belirli bir yaş sınırının dahil edilmesi gerektiğini bile düşünüyorum! Bir diğer olumsuz tarafı ise şöyle; özellikle ilk kitapta yazım hataları oldukça fazlaydı. Bazen sinir bozucu hale bile getirebiliyor insanı. Neyse ki sahip olduğumuz güzel Türkçemizle bu sorunu tek başımıza çözümleyebiliyoruz :)
Bu kadar olumsuzluk tek bir kitapta toplanabilir mi diyenleriniz olabilir. E tabii haklılar. Ancak sizlere olumlu taraflarını söyleyip, yazımı pozitif bir şekilde sonlandırmayı planlıyorum...
Dediğim gibi; konu açısından çok ilginç kitaplar olduğunu söyleyemem. Ancak güzel bir şekilde kurgulanmış ve okuması kolay, akıcı kitaplar...

Lafı daha fazla uzatmıyorum ve tercih edenleri kitaplarıyla baş başa bırakıyorum :)

Keyifli okumalar...


12 Ağustos 2011 Cuma

Mim'e Gel Mim'eee

Yeni keşfettiğim blog yazarlarının yazılarına kendimi öyle kaptırmışım ki saatin ne kadar ilerlediğinin farkına varamamışım. Şimdi de bel ve sırt ağrılarımdan dolayı kendi kendime söylenip duruyorum evin içinde. Kalk biraz, yat dinlen. Sanki yazılar kaçıyor. Mümkün olsa hepsini birden silip süpürücem. O derece abartmış durumdayım olayı. Artık gerisini siz anlayın.

Başlığım da konumu hemen ele veriyor. Görüldüğü üzere sevgili BİS tarafından mim'lendim! Yeppaaa :) Peki, mimlendiğini anladık, konusuna gel diyorsun. Söylüyorum, hazır mısınız? Dıt dırı dıııtttt dıt dıt dıt dıttırı dıııttt : "Çok beğendiğiniz, izlemekten asla sıkılmayacağınızı düşündüğünüz 3 filmi (Üçlemeler üç film olarak sayılacaktır), neden bu kadar beğendiğinizi de açıklayarak yazın. "

Soruyu okudum ve dondum kaldım. Sanki hiç film izlememişim gibi insanın aklına bir tane bile film ismi gelmez mi canım!? Belki de 3 film ile sınırlandırılmasından kaynaklanan bir tutukluk yaşadım. Neyse ki yatağıma uzundım ve uzun uzadıya düşündüm.

1. Film : The Notebook ( Not Defteri ) : Tarih olarak sizi biraz gerilere götürmüş olacağım. Sene 2004... Ancak öyle güzel işlenmiş ki konu, defalarca izleyebilirim. Romantik ve dramın muazzam harmanlanışı. Hadi be sende diyebilirsiniz. Dikkat ediniz efendim, bu benim şahsi düşüncemdir! ;)  Sararmış bir not defterinden anlatılan ve yıllar öncesinden kopup gelen bir aşk hikayesi anlatılmış. Böylelikle beni filmin içine çekebilmiş çok güzel bir hikaye... Noah ve Allie... Ah ahhh, böyle aşklar buralarda bir yerlerde var mıdır ki? Varsa bile o şanslılardan biri biz olur muyuz? Mutlaka izlemelisiniz!

2. Film : Dear John ( Sevgili John ) : 2.filmimizde zamanı günümüze doğru çekiyoruz. Sene 2010... Bu filmi uzun zaman önce bir yabancı YT arkadaşımın önerisi üzerine merakla bekleyip, çıktığı zamanda okul hayatımın yoğun dönemine denk gelmiş olması sebebiyle izleyememiştim. Ancak ne mutlu ki bu yazın başında izleme imkanını yakaladım. İnanılmaz hoşuma gitti! Bu filmin de türü; dram, romantik, savaş...  Sanırım, türü romantik olan filmler pek bir hoşuma gidiyor. Bunun farkına vardım şimdi, aa aaa :) Şunu söylemekte yarar var: Bu filmi izleme aşamasındayken The Notebook'la karşılaştırmalar yaparak izlemiştim. Nitekim de o filmden biraz esinlenilerek yaratılmış diyebilirim. Buradaki güzel karakterler : John ve Savannah... Sevmemin sebebi, izlerken kendimi oradaki bir karakterin yerine koyabilirim. Hatta kimi zaman bundan baya keyif alıyorum, eğlenceli oluyor. Siz de deneyin ;)

3.Film : Av Mevsimi : Hep yabancı fimlerden ağırlıklı giderken sizlere Türk yapımı bir filmle karşılık verdim. Cem Yılmaz... Ne zaman karşıma çıksa ağzımı kulaklarıma vardıran komedyen. Esprileriyle insanın hayatını rengarenk hale getiren biri...Türk yapımı filmleri genellikle sinemalarda izlemeyi pek tercih etmiyorum. Çoğu zaman hüsranla sonuç verdiği için. "Babam ve Oğlum" filmiyle bu önyargımı yıkıp, "Av Mevsimi" ile bir adım daha ileri gittim. Sonuç ise mükemmel! Filmin kurgusu, görüntüler, efektler... Hepsi birbirinden yaratıcı ve etkileyiciydi...Polisiye, dram, gerilim severlere duyurulur! :)

Güzel bir haftasonu geçirmeniz dileğiyle...Hepinizi çok çok öpüyorum...

Mimlendiniz:
Aslı
Coco-Jelly
Erdi Karadeniz
Kitap Sever Seda
Lazanya
Mia Wallace
Modafobik

 

11 Ağustos 2011 Perşembe

İnsan Ruhunun Felçli Yanı : Çekememezlik !

Az önce, severek yazılarını okuduğum BirİnceSes 'in "Çekememezlik" adlı bir blog yazısı üzerine bu yazımı yazmaya karar verdim. Yazısını okuduğum an, bazı yaşanmışlıkların film şeridi gibi gözümün önünden geçmesine engel olamadım. Günümüzün acı gerçeği olarak adlandırabileceğim konu hakkında bir şeyler karalamak istiyorum şimdi.


Kızlar arasında başlayan ve erkekleri de gün geçtikçe içine alan bir furya haline geldi desem yeridir. Peki bu çekememezlikten anladığımız nedir? Çekememezlik, aylak bir tutku gibidir; sokaklarda gezinir durur, evde oturmasının mümkünatı yoktur. Sürekli başkalarının hayatlarını kurcalar, tabir-i caizse burnunu sokmaktan haz alır bu kişiler. Bunu "Yaşam Biçimi" haline getirmişlerdir artık. Bir tür tutkuyla bağlanmışlardır.

Bu kişiler genellikle  arkadaş ortamlarında su yüzeyine çıkarlar. Çünkü nokta atışı yapabilecekleri yerler bu ortamlara denk gelir. Bu tür kişiler en ufak ayrıntına kadar seni mercek altına alırlar ve en ufak bir şey gördükleri an hoopp tartışma çıkartır veya arkadaş ortamında ( ki genellikle etrafındakilere de oynamaya pek bayılırlar! ) sana sürekli laf çarpmaya başlarlar. Açık verdin mi - ona göre açık - tamam, anında onu değerlendirir. Tek yapabildiği özelliğidir ya, lafınız döner dolaşır size ve arkadaşlarınıza farklı bir şekilde yansıtır. Kendince bundan müthiş bir haz alır. Neden mi? Çünkü çevresinde yükselen insanları kabullenemezler (Yükselen insandan kastım, burnu havada olmak değil.). Kendi eksikliklerini başkalarına sataşarak örtbas etmeye çalışırlar. Çevresi tarafından "Mucizeler yaratarak ün kazandı." demeleri içindir tüm bu çabaları. Bundan onur payı çıkarırlar. Ne acı verici! E tabii, yeni yükselen kişiler ile kendisi arasındaki mesafe artınca paniklemeye başlar. Başkaları yükseklerdeyken kendisinin dibe çöküş macerasını izlemesi ona acı verir. Göz yanılmasına düştüğünü bile zanneder kimi zaman. Durumundaki bozukluğu düzeltemeyen kimse, çevresindekileri küçültmek için - kendi seviyesine çekmek için- elinden geleni ardına koymaz. Çünkü bu durum kendi yetersizliklerini ön plana çıkaracaktır. Sadece arkadaşlar arasında da değil, buna yakın akrabaları vs. de ekleyebilirsiniz, hiç kuşkunuz olmasın!


Bence bu kalıcı bir rahatsızlık olsa gerek. Tedavisi olsa ne güzel olurdu değil mi? Biz de bu kişilerden arınmış bir dünyada kafamızı dinlerdik şöyle. Ah tabii, önce kendisinin bu rahatsızlığından haberdar olması gerek. Bunun da farkına varır mı varmaz mı yoksa inkar mı eder orası muamma...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Cumartesi'nin Gecesi de Gündüzü de Bizimdir, İleri!

Haftasonunu bitirip hafta başına başladık bile. Peki ben bu süre zarfında neler mi yaptım? Hadi kısaca bir göz gezdirelim.
Resim, bahsettiğim yere ait olmasa da onun maviliğini temsil edecek türden.


Haftasonu şekercimle birlikte dolu dolu bir haftasonu geçirdik. Kendisi iş hayatının o yorucu temposunu bir kenara bırakıp tekrardan yanımıza geldi. Geçtiğimiz yıllarda keşfettiğimiz ancak bir türlü gitme fırsatına nail olamadığımız güzel bir yer olan S'na kısa bir yolculuk yaptık. Karşımızdaki manzarayı görür görmez ağzımız açık kaldı. Arıların, sineklerin ve bilumum diğer canlıların ağzımızda yuva yapmasına engel olmak için hemen kapadık tabii :-Pp Sanki o an, cennetin kapıları önümüzde açılıverdi. O denizin mavi tonlaması bu kadar mı güzel olur!! Tasvir edebilmem için önce kelimeleri bulmam gerek. Fakat şuan bulabilmem pek mümkün değil... Tekneyle yaklaşık 25 dakikalık kısa bir yolculuktan sonra S'na ulaştık. Yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken bakir bir koy olduğunu görmüş olduk, özellikle de Rus kesimin. Mantıkları sadece Rus güzelliğine odaklı erkeklere buradan duyurumuzu da yapmış olalım (!)

Burada ilgimi çeken bir diğer nokta ise, kumuydu. Zaten bir süre önce valilik tarafından özel altın sarısı kumları korumak amacıyla ziyaretçilerin sahile girişi yasaklanmış. İyi de yapmışlar. Bizim gibi doğal güzelliklerini doğru düzgün korumayı başaramayan insan sayısı oldukça fazla olunca böyle bir tedbirin alınması gayet normal olsa gerek. Sadece bizim ülkemiz için de geçerli değil. Yabancı turistlerin buralara el atıp, doğal güzelliğimizi avuçları arasında yok etmelerine engel olmak amacıyla da tedbir alınmalı. Buraya yasak getirilmesinin sebebine gelecek olursam, son yıllarda buradaki özel kum miktarında gözle görünen azalma. İnsan vücudunda taşınarak adım adım eksilmesi. Bu kadar güzel bir yerin yok olduğunu görmek, hasta olan bir insanın yavaş yavaş ölüme yaklaşmasını izlemek gibi bir şey. Tamam, depresif moda doğru sürüklenmeyi engelliyorum...Dıııtttt...Aradığınız depresyona şuanda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz...

Kumsalın etrafı telle çevrili olsa bile, bedenimizin o muhteşem mavi tonlarıyla buluşmasına izin veriyorlar neyseki. Velhasıl çevrede sıkı bir güvenlik söz konusu. Kulübelerdeki güvenlik görevlilerinin gözleri dürbün mertebesine ulaşmış maşallah. Terlik, havlu, çanta vb. materyallerle kumsalın çevresine yaklaşmak mümkün değil. Yaklaşıncada çocukluğunuzdaki gibi " Dokunma, 'cıssss' olur." tarzında bir tepkiyle karşılaşabilirsiniz :)

Dikkat çekici diğer noktaya da el atmasam olmaz. Burada aynı zamanda tavuk ve horoz çiftleri ve onların mini mini çocukları olan civcivlerle de inanılmaz derecede eğleniyorsunuz. Yemek yemeye başlayın bir bakalım. Sizlere yalvaran gözlerle bakıyorlar. E tabii, sizinde içinizin yağları eriyor ve dayanamayıp "Bir lokma beennn... Bir lokma seeennn..." şeklinde yemeğinizi yemeye devam ediyorsunuz :)

-Durunnnn! Daha anlatacaklarım bitmedi. Sizde amma sabırsız çıktınız canım. Şurada iki lafın belini kıralım dedik sizin yaptığınıza bakın...Öhöm öhöm...Anlatmaya devam ediyorum. Nerede kalmıştım?

Günümüzü bitirip gece hikayelerine başlayacaktım. Hikaye dedim ama siz anlamışsınızdır. Anlattıklarım bir hayal ürünü olmayıp, tamamen yaşanılanlar üzerinden dile getirilmiştir. Bu da dipnotum olsun :)

Akşam saati güzel bir yürüyüşün ardından güzel bir mekanda müzik dinledik. Yemeğimizi yedik. Bol sohbet ve günün unutulmazlığını bir de sözle kalıcı hale getirdikten sonra, dudaklardaki tebessümle birlikte başımızı yastığa koyduk.

Herkese mutlu, pozitif haftalar !



2 Ağustos 2011 Salı

Ne Okuyorum - 4

Merhaba Blogger'ın en tatlı okuyucuları! :)

Biliyorum, bu postum için uzun bir zaman harcamam gerekti. Bir türlü bitmek bilmeyen kitabımı sonunda Bİ-TİR-DİM !! Alkış istiyorum lütfen :)




Arka Kapak :

2007 yılında İngiltere'de en iyi yüz kitap arasına giren "Ölü Ruhlar", insanın yalnızlık duygusunun altında yatanları oldukça sert bir şekilde bize gösteriyor.

İran'da bembeyaz karlar altında bir şehir... Sert bir iklimin, çetin
doğasında, buz tutmuş öfkelerine hapsolmuş, yalnızlıklarında
kaybolmuş, kendi kendini tüketen bir aile... Ve bu aileyi oluşturan bireylerin, okuyanların yüreğini titreten buruk hikâyeleri.

Ödüllü İranlı yazar Abbas Maroufi, okurlarına büyülü bir senfoninin eşliğinde her karesini gözlerinizde canlandırabileceğiniz görsel bir anlatımla tam bir edebiyat şöleni yaşatıyor.

Evet, itiraf etmeliyiz ki "Ölü Ruhlar" bir şaheserdir.

Yazar : Abbas Maroufi
Yayınevi: Etna Kitap Yayınları
Dizi: Roman Dizisi 
Baskı Tarih: Eylül 2010
Sayfa: 317

Bir kitabı okurken hiç bu kadar sıkıldığımı hatırlamıyorum. Okudukça sayfalar çoğaldı da çoğaldı ve bitmek bilmez bir hal almaya başladı resmen. Kitabın başlangıcında zaten karışıklık yüz gösteriyor. Neyi anlatmaya çalıştığını anlamaya çabalıyorsunuz.

Kitapta çeşitli bölümler var : Birinci Muvman, İkinci Muvman, Üçüncü Muvman, Dördüncü Muvman ve sonra tekrar 2-Birinci Muvman... Muvman kelimesinin ne anlama geldiğini TDK bile açıklayamıyor. Çeşitli sözlüklere bakıldığında ise, "Klasik müzik'te 'yani seslerin tiz veya pes perdelere doğru hareketi' diyebileceğimiz bölümlerin teknik adı" olarak geçiyor.

Geriye dönük anlatımlar oldukça fazla. Çoğu zaman "Ben buraya nereden geldim?" bile diyebilirsiniz. Üçüncü Muvman'da tam konuyu yakaladım derken, Dördüncü Muvman'da -yanılmıyorsam eğer- film bende koptu. O kısımda tamamen kitapla bağlarımı kopardım. Sadece okumuş olmak için okumaya başladım. Çevirisi de pek iç açıcı değildi zaten.

Şöyle bir kuş bakışı inceleyecek olursam; kitapta, İran'da, bembeyaz karlar altındaki bir şehirde yaşayan dört çocuklu bir ailenin ve çevresindekilerin yaşamından kareler sunulmuş. Bir baba ve onun her şeyine ters düşen sosyalist oğlu Aydın arasındaki düşmansı mücadeleye tanık oluyoruz. Bu düşmansı mücadeleden sıçrayan parçaların, ailenin diğer bireylerine de zarar vermesi ve ziyan olan bir aile hayatı...

Kitabı anlayabilmek için olay örgüsünü kesinlikle kaçırmamanız gerek. Yoksa ilmek bir defa kaçtı mı yazık olur emeğinize. Tıpkı bende olduğu gibi ;-/